Cüsseli babalar büyük soğuklar getirir dar kapılardan
Sakallarıyla ısıtıp öyle yedirir evlatlarına
Çoğalan adımlarıyla kapılarda beliren kadınlar
Aniden doğurur, hızlıca büyütür, anne olur
Yaklaşınca geceleri, bir ağıdı mırıldandığı işitilir babaların
Çünkü her anne, kendi kalbinden önce ölür.
Babamın kaç dünyası varsa hepsinde ben varım
Traş makinesinin çıkardığı ses, balıkçının tezgaha vurduğu su
Adımında buğulanmış ekmek kokusuyla bir yanı yarım
Kalbinin içine saplanan çığlıklarla bölünen uykusu
Bir pus gibi devrilir gittiği yoluna her an
Gece yarıları ansızın acil kapıları, ilaç kokusuyla gelir
Her gün biraz daha sırtlanır kendi ölüsünü insan
Zaten yaşamak, bitmek bilmeyen bir telaştan başka nedir?
Bir kepenk, duvardan başka çok şeye açılır:
Dağda bir toprağa, evde bir kadına, uzakta bir okula
Birkaç bardak çayla işler zaman, bereketli selamlarla çoğalır
Her akşam ilgisizce müptelası olup bir TV kanalının
Memleket haberiyle gözlerini yumar babalar, ani bir sessizlikle uyanır
Bir takım seslerle bölünüverir düşüncesi yarının
Bir takım sesler-nasıl desem-, endişeli hesapların soluklanmasıdır,
Sonra bu horlamalar, ağlamalarıdır yorgunlukların.
Nerden baksan kocaman bir elli yıl geçti
Oysa çiğ bir kayaya yaslanmış gibi babam
Hala ilk günkü kadar diri, hala gençti
Sonra evlendi ablam, gitti gelinliğiyle
Ve kızının evinde sıcaklanan babam,
Açamadı pencereyi,
Böylece yaşlanıverdi, bir günde.
Leave a Reply